Efendimizin Cömertliği
Kerem ve cömertlik Peygamberimizin tabii özelliğiydi. Bilhassa ramazan aylarında Onun kerem ve cömertliğine sınır olmazdı.
Bir gün, bir adam, Rasûl-i Ekrem S.A.V. merada otlayan keçilerini sayarken gelmiş ve bir kaç keçi istemişti. Rasûl-i Ekrem de ona bütün sürüyü vermişti. Adam sürüyü kabilesine götürdüğünde:
-Hepiniz müslüman olunuz Muhammed S.A.V o kadar cömert ki, fakirlikten hiç korkmuyor, demişti.
Rasûl-i Ekrem S.A.V bazen birinden bir şey satın alır, sonra onu yine ona hediye ederdi. Kendilerine bir şey geldimi, derhal onu, başkalarına hediye ederdi. yanlarında bir şey, bir gece kalacak olsa ondan üzüntü duyardı.
Rasûl-i Ekrem S.A.Vin Hanımı Ümmü Seleme Radıyallahu anha validemiz anlatıyor:
Rasûlüllahın yüzünde bir değişiklik hissettim. Sebebini sorunca:
"Dün aldığım yedi dinarı veremedim yanımda kaldı.", buyurdu.
Yüzükteki Yazı
Efendimiz Sallahu aleyhi veselleme bir yüzük hediye geldi. Hazreti Ebu Bekire r.a. verdi:
- Ya Atik! Bu yüzüğü bir kuyumcuya götür de "lâ ilâhe illâllah" yazdır buyurdu. Hazreti Ebu Bekir r.a.yüzüğü kuyumcuya götürüp üzerine "Lâ ilâhe illallah Muhammemmedürresûlüllah" yazdırdı.
Halbuki Rasûlullah böyle emretmemişti ama, O Allah ismi şerifinin peygamberimizden ayrılmasını arzu etmemişti, onun için böyle yazdırdı. Hazreti Ebu Bekir yüzüğü kuyumcudan alıp Resûlüllahın huzuruna gelirken, Hak Teâlâ, Cebrail aleyhisselama :
- Yetiş, habibimin yüzüğüne Ebu Bekir ismini de yaz. Çünkü o Benim ismimi habibimin isminden ayırmayı uygun bulmadı, ben de onun ismini habibimin isminden ayırmayı uygun bulmam,buyurdu. Cebrail aleyhisselam derhal yetişti ve Hazreti Ebu Bekirin elindeki yüzüğe " Ebu Bekir Sıddık" yazdı. Hazreti Ebu Beki,r Huzur-u Saadete girip yüzüğü teslim etti. Okuduklarında: "Lâ ilahe illallah Muhammedürresûlüllah, Ebu Bekir Sıddık" yazılı olduğunu görüp Hazreti Ebu Bekirden bu şekilde yazılmasının hikmetini sordular.
Hazreti Ebu Bekir r.a. yüzüğün üzerinde kendi isminin olduğunu bilmiyordu. Çok utandı, kızardı ve başını önüne eğdi terlemeye başladı. Orada Allahın izni ile Cebrail aleyhisselâm yine yetişip Hazreti Ebu Bekiri müşkil durumdan kurtardı:
-Ebu Bekirin yüzüğün üzerinde kendi isminin yazıldığından haberi yoktur. Allahın selâmı var, Habîbim üzülmesin, buyuruyor dedi ve olanları bir bir anlattı.
Orada bulunan ashab, Ebu Bekir Sıddık Hazretlerinin ne derece yüksek bir mertebede olduğunu anladılar ve gıpta ile seyrettiler.
Yaşlı Kadınlar Cennete Giremez
Ensardan yaşlı bir kadın Resulullaha s.a. gelerek.
- Ya Resulullah! Bağışlanmam için bana dua et.
Resulullah s.a. :
- Bilmiyor musun ki cennete yaşlı kadınlar giremez, buyurdu.
Bunun üzerine kadının ağlamaya başlaması üzerine Resulullah s.a. gülümseyerek:
- Sen o gün ihtiyar bir kadın olmayacaksın. Allahın "Gerçekten biz hûrileri apayrı biçimde yeni yarattık. Onları, bâkireler kıldık. . Eşlerine düşkün ve yaşıt." buyruğunu hiç okumadın mı? Vakıa 36-37
Münafıkın Gözü olmasaydı
Bir gün öğle nemâzından sonra, Cebrâîl aleyhisselâm yetmişbin melek ile gelerek, Enâm sûresini getirdi. Resûlullah hazretleri o gece bütün Eshâb-ı kirâmı Âişe radıyallahü teâlâ anhâ hazretlerinin evinde topladı. Kandil yakıp, Sûre-i Enâmı okudular. Kandil ışıksız oldu.
Resûlullah hazretleri Ebû Bekr hazretlerine buyurdular ki,
- Yâ Ebâ Bekr, kandili ışıklandır.
Bir sâat sonra yine karardı.
Hazret-i Resûl-i ekrem yine buyurdu.
- Yâ Ebâ Bekr, kandilin ışığını çoğalt..
Hazret-i Ebû Bekr, kandili ışığını çoğaltmak için kalkdı. Bakdı ki kandilin yağı tükenmiş.
Dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Kandilde yağ kalmamış. Bu gece yağ almak imkânımız da yokdur. Kandil bize lâzımdır, kelâm-ı Rabbilâlemîni okuyalım.
Hazret-i Resûlullah buyurdular ki,
- Bir mikdâr kendi ağzının tükrüğünden kandile damlat.
Âişe-i Sıddika hazretleri buyurur ki,
- Babam bir mikdâr ağzının suyunu, Resûlullah hazretlerinin emr-i şerîfi ile kandile damlatdı. Kandilin ışığı çoğaldı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emr ve fermânı ile şiddetli bir ışık oldu ki, Eshâb-ı kirâmın gözlerini kamaşdırdı.
Server-i âlem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hazretleri buyurdu ki:
- Bu kandili söndürmeyiniz!
Kırk gün kırk gece o kandil, Âişe-i Sıddîka hazretlerinin evinde yandı.
Bir münâfık hazret-i Âişenin evine geldi. O kandili gördü.
- Ne acâib kandil, kırkgün kırk gecedir sönmez, dedi.
O sâatde o kandil söndü. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi:
- Yâ Muhammed! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurur:
"Ben çeşm-i bed [fenâ bakışlı kullar da yaratdım. Eğer o münâfıkın gözü olmasaydı, kıyâmete kadar o kandil; Ebû Bekrin radıyallahü teâlâ anh ağzının suyunun bereketi ile sönmez idi."
Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
Mağaradaki Yılan
Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v Allahü teâlânın emri ile Mekke-i mükerremeden hicret etmek dilediği zemân,
- Benim ile bu yolda kim yol arkadaşı olur. Cânına ve başına kim kıyar, dediği zemân, herkesden önce hazret-i Ebû Bekr radıyallahü anh ileri atılıp,
- Anam ve babam, mal ve cânım, cümlesi yoluna fedâ olsun; yâ Resûlallah. Bu şerefli hizmete ben kulunu kabûl eyle diye ilticâ ve tazarru edince, hazret-i Fahr-i Enbiyâ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem kabûl buyurdu. Gece ile berâber, ay ve zuhâl yıldızı gibi yola çıkdılar. Sıddîk radıyallahü teâlâ anh o Resûl-i Rabbil âlemîn hazretlerini sakınıp, kâh ardına, kâh önüne, kâh sağına ve kâh soluna geçer ve kâh, mubârek ayağı parmakları üzerine basardı. Düşmânlar izlemesin diye.
Bu esnâda Habîb-i Hudâ hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem buyurdular ki,
- Yâ Ebâ Bekr, ne ızdırâb çekersin. Kendi nefsin için mi korkarsın.
Cevâb buyurdular ki,
- Hâşâ, sümme hâşâ ki, Ebû Bekr bu yolda kendi cânını sakınıp, kayırsın.Ve lâkin, yâ Resûlallah! Mubârek cesedinin bir kılına halel gelir diye, korkarım ki, benim gibi binlerce kimsenin başı düşse yeridir. Sen din serâyının mimârısın.
Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem,
- Üzülme, Allahü teâlâ bizimledir! buyurdu.
Mağaraya geldiler. Ebû Bekr radıyallahü teâlâ anh dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Bir mikdâr sabr edin. O mağaraya ben kulun gireyim. Yılan, akreb cinsinden nesne var ise, zararı Ebû Bekre olsun!
Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem izin verdi. Mağara içine girince, ne kadar mahlûkat var ise, târûmâr olup, herbiri deliğine girdi. Hazret-i Ebû Bekr radıyallahü teâlâ anh sırtından mübârek gömleğini çıkarıp, parça-parça edip, parçalar ile, o deliklerin temâmını tıkadı. O deliklerden biri açık kaldı. Ona parça yetişmedi. O deliğe de, ayağının tabanını iyice tıkadı. O büyük sultâna, şimdi seâdet ile, içeri buyurun diye hitâb eyledi. İki cihân serveri de, Besmele söyliyerek, mağara içine girdi. Sabâha kadar orada kaldılar. Sabâh oldu. Hazret-i Ebû Bekrin radıyallahü teâlâ anh gömleğini arkasında göremeyince, sebebini sordular. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü teâlâ anh,
- Yâ Resûlallah! Yolunda, gömleğimi yırtıp, akrep ve yılan deliklerini tıkayıp, şerlerini def eyledim; dedikde,
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem,
- Allahım! Ebû Bekri, kıyâmet günü, benim derecemde, benimle berâber bulundur!, buyurdu.
Bu esnâda Fahr-i âlem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın radıyallahü anh mubârek yüzlerinde değişiklik görüp, süâl etdikde, meydâna gelen hâdiseyi anlatdı.
- Mağarada olan delikleri birbir tıkayıp, lâkin, cübbe parçası bir deliğe yetmedi. O delik de açık kalmasın diye tabanımı dayamışdım. Bir yılan, birkaç defa tabanımı sokdu. Ayağımı delikden çekmeğe korkdum ki, o yılan delikden dışarı çıkıp, zât-ı şerîfine bir elem verip, ızdırâb eder, diye cevâb verdi.
Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem
- Onunla benim aramı aç, bırak çıksın buyurdu.
O an Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh mubârek ayağını delikden çekdi. İçeriden görünüşü hüzn ve gam veren zehirli bir yılan çıkdı. Fahr-i âlem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem:
- Ey utanmaz yılan! Benim mağara arkadaşımı ve esrârıma vâkıf olanı, Allahü teâlâdan korkup, benden hayâ etmedin mi, ayağını sokarak eziyyet etdin, diyerek hitâb edip, azarlayınca,
Yılan cevâba kâdir olup, dedi ki,
- Yâ Habîbi rahmân! Ey insanların ve cinnin Peygamberi! Senin âşıkın sâdece insanlar değildir. Belki hayvân zümresinden kuşlar, yılanlar, karıncalar, cemâline âşıkdır. Hattâ ben kulun, birçok yaşlı, gözü nemli, kendi cinsimiz olan büyüklerimizden yüksek vasflarınızı dinleyip, ışık saçan yüzünüzü görmeğe müştak ve hayrân ve kendinden geçmiş, şaşkın şeklde ağlıyarak, mâl ve mülkünü terk edip, âşık divânen olmuşdum. Bu mağarayı şereflendireceğini öğrenmişdim. Onun için nice zemândan berî, bu sıkıntılı mağarada gece-gündüz demeyip, yolunuzu bekliyordum. Böylece, sizin buraya teşrîfiniz ile, ayrılık acısına ve içimdeki derde merhem edeyim. Çünki, en mesûd bir zemânda, bu karanlık mağarada, arkadaşın [mağaraya girince, sabâh güneşi gibi zâhir olup, devlet güneşim doğdu. Ammâ ne var ki, arkadaşın yine perde oldu. Bu sebeble, korku ve hayâ ben kulundan kalkıp, zarûrî olarak, bu küstahlık benden vâkı oldu; diye özr dileyince,
Seyyid-üs-sekaleyn, dünyâ ve âhıretde bulunanların şefâatcisi, yılanın küstâhâne özrünü kabûl etdi. Hazret-i Ebû Bekrin yarasına, mübârek ağızlarının suyundan sürdü. O ânda acısı şifâ buldu.
Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
Yemekte Besmele ve Şeytan
Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında hazır olduğumuz vakit.. Allahın Resulü başlamadan önce ellerimizi yemeğe uzatmazdık. Bir defa Resulüllah aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında toplanmıştık. Bir cariye, biri tarafından itilircesine gelip elini yemeğe uzatınca, Peygamber aleyhisselâm cariyenin elini tutup onu durdurdu. Ondan sonra bir Arâbî de aynı şekilde itilircesine geldi. Allahın Resulü bununda elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldu ve şöyle buyurdu:
Muhakkak ki şeytan, Allahın ismi anılmamak, yani besmele çekilmemek suretiyle yemeği kendisine helâl kılmaya gayret eder. Bu sebeple bu cariyeyi getirdi ve besmele çektirmeden yemeğe başlatarak, bunun vasıtasıyla yemeği kendisine helâl kılmak istedi. Bunun için cariyenin elinden tutup yemeğe başlamasını önledim. Sonra, aynı sebeple şu ârâbiyi getirdi. Onun da elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldum. Hayatımı kudreti ile tutan Allaha yemin ederim ki, cariyenin eli ile birlikte şeytanın da eli elimde idi.
Müslim, Ebû Davud, Neseî
Hazreti Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor:
Resülullah aleyhisselâm sahabîlerinden altı kişi ile beraber yemek yiyordu. Bu arada bu ârâbî geldi ve iki lokma yedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
Eğer şu ârâbî besmele ile yemiş olsaydı yemek hepinize yeterdi, buyurdular.
Tirmizî
Medinenin Mutlu Çocukları
Peygamber Efendimiz kendisine peygamberlik gelmeden önce, Mekke yakınlarındaki Hira isimli mağarada, yüceler yücesi Allahı, uçsuz bucaksız evreni ve insanların halini düşünür dururmuş
Bir gün Cebrâil isimli melek Ona, Allahtan oku emrini getirmiş Ama o günlerde insanlar okumayı terk etmiş, bilgisizlik, başıbozukluk ve sorumsuzluk içindeymişler.
Sık sık savaşlar olurmuş. Kanlar dökülüyor ve insanlar acımasızca öldürülüyormuş. İçki ve kumar, o zamanki insanların vazgeçemediği zararlı ve kötü alışkanlıklardan sadece ikisiymiş.
Özellikle bir kötü âdetleri daha varmış ki, belki de bu onların en kötü davranışlarıymış. Neymiş bu kötü âdetleri biliyor musunuz? Kız çocuklarını diridiri toprağa gömmek!
İşte, merhamet duyguları körelen bu insanların yaptıkları kötülüklere son vermek için Rahman ve Rahim olan yüce Rabbimiz, sevgili Peygamberimizi göndermiş Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim ile de, kız çocuklarının toprağa gömülmesini, haksız yere adam öldürülmesini, hırsızlık yapılmasını ve içki içilmesini yasaklamış.
Şükürler olsun Rabbimiz !...
Şerri Bıraktırmakta Sadaka
Ebû Zer radıyallahu anh anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâma hangi amelin daha faziletli olduğunu sordum:
Allaha îman ve Allah yolunda cihad etmektir, buyurdular.
Hangi köleyi âzad etmek daha faziletlidir? dedim.
Kıymeti en yüksek olanı ve sahibi nezdinde en değerli olanıdır, buyurdular.
Ben bunu yapamazsam hangi ameli işleyeyim? diye sordum.
Bir âcize yardımda bulunur ve onu hakka irşad edersin, buyurdular.
Bunu da yapamazsam ne yapayım? diye sordum.
insanları şerden vazgeçirtirsin. Çünkü bu da bir sadakadır, buyurdular.
Buharî, Müslim
O ne Yaparsa Doğrudur
Peygamberimiz s.a.v azadlı kölesi Zeyd bin Hâriseyi çok severdi. Oğlu Üsameyi de. Babayı da oğulu da gerektiğinde kollardı.
Hz. Ömer bir gün ganimet malı dağıtıyordu. Oğlu Abdullaha üç verirse Üsameye dört veriyordu. Abdullah bunun sebebini öğrenmek istedi:
- Ben Üsamenin katılıp da benim katılmadığım tek gaza savaş, cihad hatırlamıyorum. Neye dayanarak ona benden fazla veriyorsun?
Hz. Ömer şöyle açıklamada bulundu:
- Hz. Peygamber onun babasını senin babandan, Üsameyi de senden çok sever ve kollardı. Onun her işinde muhakkak bir hikmet vardır. Ben Onun sevdiğini kendi sevdiğime tercih ederim.
Kaynak : Kıssadan Hisseler , İsmail ÖZCAN
Peygambere Bağlılık
Mekkenin fethinden sonra İslâmı kabul edenler arasında Hz. Ebû Bekirin babası Ebû Kuhâfe de bulunuyordu. Yaşı sekseni aşmış, âmâ bir kişi olan Ebû Kuhâfe, Hz. Peygamberin huzurunda hidayete ermekte geç kalmışlığını telâfi edercesine aşkla kelimei şehadet getiriyordu. Bu esnada sevinmesi gereken "Sıddıyk" yürekten tasdik edip, sorgusuz sualsiz bağlanan lakaplı Ebû Bekir ağlıyordu. Fakat bu ağlayış bir sevinç ağlayışı değil üzüntü ağlayışıydı. Bu, meclisteki herkesin hayretine sebep olmuştu. Sordular:
- Ey Ebû Bekir, neden sevinilecek bir günde gözyaşı döküyorsun? Cevap verdi:
- Allahın Resulünün en büyük arzusu amcası Ebû Talibin müslüman olmasıydı. Fakat bu dileği bir türlü gerçekleşmedi. Ben isterdim ki şu anda benim babamın yerinde şehadet getiren Ebû Talib olsun, babamın Müslüman olmasından dolayı benim gönlüm hoşnud olacağına, amcasının Müslüman olmasından dolayı Allah Rasûlünün gönlü hoşnud olsun. İşte bu olmadığı için ağlıyorum.
Kaynak : Kıssadan Hisseler , İsmail ÖZCAN
hepsi alıntıdır.....
|